Ocak ayında Adana’ya gittiğimizde akşam yemeği sırasında birbirimizi gaza getirip Nevşehir için uçak biletlerini aldık Samed, Emre ve ben. Emre hatta fazla gaza gelmiş bileti yanlış tarihe almış, aylar sonra farkettik ama olsun. 18 Mart cuma akşamı işten erken çıkarak Samed ile havalimanının yolunu tuttuk.
Mutlu göründüğümüze bakmayın. Pegasus rötar üstüne rötar vererek mutluluğumuzu elimizden aldı. Bize de sabırlı sabırlı beklemek kaldı. Nihayet uçak geldiğinde bir saat de uçağın içinde bekleterek iyice çileden çıkardılar. Pegasus’a buradan teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Ne diyorduk Emre bileti yanlış tarihe alınca yeni bir bilet almak durumunda kaldı. Baktığı tarihte THY daha uygun fiyatlı olunca o bizden önce Nevşehir Havalimanına varmış oldu. Araba kiralama işlemlerini de halledip bizi karşıladı. Uzun süren bekleyişler sonucu hepimiz aç olunca çorbacı arayışına girdik ve geç saatte de açık olan Tarihi Ortaköy Çorbacısı‘na doğru yola çıktık.
Ben mercimek çorbası ve yoğurt tercih ettim. Bu çorbacıda kelle paça ve işkembe çorbası da bulmak mümkün. Samed oldukça başarılı olduğunu söyledi biz mercimeği de beğendik. Buradan doğruca otele gittik.
Booking’den uygun fiyata bulduğumuz Heybe Hotel‘de konakladık. Fiyat/Performans konusunda başarılı, konumu da oldukça merkezi ama sizi masal dünyalarına götürecek güzellikte değil baştan söyleyeyim. Emre’den sözü aldım sonraki gelişimizde öyle bir yerde konaklayacağız 🙂
Güzelce dinlenip ertesi sabah erkenden kalkıyoruz. Otelde kahvaltı ettikten sonra Göreme Açık Hava Müzesi‘ne doğru yola koyuluyoruz. Otele oldukça yakın. Tek sorun havanın biraz bozuk olması. Müze kartımız yoktu açık hava müzesinin girişinden Müzekart aldık. Özellikle Kapadokya bölgesini gezmek için Müze Kart almak her girişte para vermekten avantajlı oluyor. Gittiğimiz her yerde müze kart geçiyordu. Öğrenci iseniz 20tl değilseniz 40tl ödeyerek müze kart sahibi olabilirsiniz.
Göreme açık hava müzesi çok güzel. Kapadokya’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Hava serin olunca biraz üşüyoruz fakat yazın sıcağında da gezmek çok zor olabilir. O yüzden Kapadokya gezisi için en uygun zaman ilkbahar ve sonbahar. Göreme açık hava müzesinin tek istisnası Karanlık Kilise. Giriş için ekstra 10tl ödemeniz gerekiyor. İçerisi çok güzel mutlaka görülmeli diye okumuştum yazılardan. O kadar övemeyeceğim baştan söyleyeyim.
Karanlık kilisenin içerisinde fotoğraf çekmek yasak. Burası 11.yy da inşa edilen bir manastır aslında. Kilisenin isminin karanlık olma sebebinin koca kiliseyi tek bir camın aydınlatmasından geldiği söyleniyor. Bölge Türklerin eline geçtikten sonra güvercinlik olarak kullanılmış ve duvardaki insan figurlerinin gözlerine hasar verilmiş. Kilisenin az zarar görmesinde az ışık almasının da etkisi büyükmüş.
Göreme açık hava müzesini gezdikten sonra bir diğer durağımız Paşabağı ve Zelve Açık Hava Müzesi . İkisi birbirine çok yakın o tarafa gitmişken ikisini de görmek niyetindeyiz. Yolda bir çömlekçi görünce yapımını izleriz umuduyla giriyoruz.
Dükkana girer girmez bir bardak soruyorum. Hemen gelip “Abla sana 25tl olur” diyor gençten bir çocuk. Kapadokya’nın en kötü yanı ne diye sorarsanız sizi kazıklamaya çalışmaları. Esnaf turist kazıklamaya alışmış, fiyatlar almış başını gitmiş. Küçücük bir bardak için 25tl isteyebiliyorlar rahatlıkla. Bir de sana bu kadar olur diyerek sözde kazıklandığınızı hissettirmiyorlar 🙂
Paşabağı peri bacalarının en güzellerini görebileceğiniz bir yer. Gitmişken develeri de görün derim 🙂 Biz develerle birlikte bir fotoğraf bile çektirdik.
Burada hediyelik eşya satan çok dükkan göreceksiniz. Önerim dikkatli olun. Bir şeyi çok beğendiyseniz bile mutlaka pazarlık yapın. Dediğim gibi kazıklamaya çalışma, adamına göre fiyat söyleme durumu çok yaygın.
Etnik havaya biz de kapıldık. Zelve Açık Hava Müzesi’ne doğru yol aldık. Zelve Açık Hava Müzesi girişi de ücretli fakat müze kart geçiyor. Müze kart şimdiden parasını çıkardı bile. Aynı müzeye bir yıl içerisinde iki kere gitme hakkınız da mevcut.
Zelve’nin ortamı çok güzel, büyüleyici. Üç vadi üzerine kurulu içerisinde yürüme parkurları da var. Gidenlerin çoğu Göreme Açık Hava Müzesi’nden daha çok beğeniyor, haklılar da. Uzunca bir zaman ayırıp gezmek en güzeli.
Zelve’yi gezdikten sonra Avanos’a gitmeye karar veriyoruz. Çok araştırma yapmadık bu sefer, o yüzden spontane ilerliyoruz. Avanos girişinde çanak çömlek satan bir yer var. Yine kafasına göre fiyatlar olduğundan dükkana girdiğimiz gibi çıkıyoruz.Her yerde bu zihniyet peki nereden alalım hediyelik ve çömlek derseniz Avanos merkezinde bulunan Sır Küpü isimli çömlekçiyi öneririm.
Küçük göründüğüne bakmayın içerisi oldukça büyük. Yer altı şehri gezer gibi geziyoruz. Fiyatlar diğer yerlere göre uygun. Beğendiğim bardakların (Tanesi 25tl olarak söylenen) üç tanesini 10tl ya alıyorum. İçeride çömlek yapımına denk geliyoruz. Japon turist bu işi pek beceremediğinden izlerken oldukça eğleniyoruz 🙂
Sır küpünden mutlu mesut ayrıldıktan sonra gelmişken şarap evine gidelim diyerek Avanos Yöresel Şarap Evi’ne gidiyoruz. Gitmez olaydık. Bizi şömine başında oturan bir amca karşılıyor. Meşhur Süleyman Amca. Bizi yanına oturuyor ve başlıyor sohbete. İlk başta keyifli gelen sohbet sonrasında tam bir eziyete dönüşüyor. Neden derseniz Süleyman Amca sürekli kendisini övüyor. “Ben hocayım”, “Ben sosyoloğum”, “Ben Türkiye’de bulunan 30 gurmeden biriyim”. İster istemez bir süre sonra bu konuşmalar can sıkıcı hale geliyor. Sıkıldığımızı anlayınca şarap evini gezdiriyor.
İçerisi gerçekten çok güzel. Düzen ve ışıklandırma bizi etkiliyor. Gezdikten sonra bir de Süleyman Hoca ile hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Nasıl poz vermemiz gerektiğini bile kendisi söylüyor!?
Daha sonra bu fotoğrafa defalarca bakıp gülmüşüzdür. Burda ne işimiz var noktasına geliyoruz bir süre sonra. Buraya gelirseniz minimum 1 saatinizin gideceğini baştan kabullenin. Gitmenizi önerir miyim peki? Kesinlikle hayır. Tadım sırasında da “Telefonunuza bakmayın”, “Siz şaraptan anlamıyorsunuz” şeklinde laflarıyla tadımı burnumuzdan getirdi. Üstelik 40tldan sattığı bir şişe şarabı Kipa’da 20tlya görmek bizi oldukça mutsuz etti.
Tadım uzadığı için çok acıktık. Civarda ev yemeği yapan bir yer aradık. Kısa bir araştırma sonunda Gönül Sofrası‘na gitmeye karar verdik. Bir abla tarafından işletilen küçük sevimli bir ev yemeği dükkanı aslında. Testi kebabının da güzel olduğu söyleniyor ama biz kuru fasülye tercih ettik.
Turşu da çok lezzetliydi. Fiyatlar da oldukça uygun. Üç kişi için 35tl ödüyoruz. Avanos’a yolunuz düşerse gönül sofrasına gönül rahatlığıyla uğrayabilirsiniz 🙂 Avanos’a gelmişken Kızılırmak kenarını görmemek olmaz diyoruz. Kızılırmak nehrinin kenarında Avanos’un simgesi toprak çömleklerden koymayı da ihmal etmemişler.
Avanos gezimizi bitirip kahve içmek için Göreme Panaroma bölgesinde yer alan kafelerden birine doğru yol alıyoruz. Kısıtlı zamanımız olduğu için her yerde az az vakit geçirebiliyoruz. Biraz daha uzun kalsaydık diye düşünmeden edemiyoruz.
Hava güzel diye dışarıda oturuyoruz sonra baktık rüzgar sağlam esiyor içeri giriyoruz. Bir kahve içimlik sürede manzarayı izliyoruz. Yer altı şehirlerini görmek istiyorum. Annemin gençken gidip çok övdüğü Kaymaklı Yeraltı Şehri‘ne doğru yola çıkıyoruz.
Kaymaklı Yeraltı Şehri Nevşehir’in merkezinden 20km uzaklıkta bulunuyor. Tarihi MÖ 3000 yılına dayanıyor. 8 katlı olarak inşa edilmiş. Bir topluluğun geçici yaşayabilmesi için gerekli her şey düşünülmüş.
Biz gittiğimizde bir okul gezisi vardı içerisi çok kalabalıktı. Bir de uzun boyluları çok zorlayacak kadar dar . Ben pıtır pıtır gezdim ama Emre çok zor anlar yaşadı 🙂 Kısa sürede gezdik ve yeraltı şehrini çok beğendim. Burası da girişi ücretli ama müze kart geçen yerlerden.
Annem de babam da Ürgüplü olduğundan yeraltı şehrini gezdikten sonra annemin köyüne gittik. Gezinin en güzel iki saatini annemin yakın arkadaşı Müşerref teyze, onun eşi Turgut amca, Mehmet ve kardeşi ile birlikte yemek yiyip sohbet ederken geçirdim. Çok mutlu oldum zaman zaman mutluluktan ağladım. Yazın annemi de alıp tekrar gideceğiz.
Ziyaretimizi bitirdikten sonra öğlen yaşadığımız olumsuz şarap evi deneyimini unutmak için Turasan Şarap Evi‘ne gittik. Fakat biraz geç kaldığımız için kapanışa yetiştik. O yüzden onun yakınlarında bulunan Efendi Wine House‘a gidelim kararı aldık.
Burada oldukça kibar ve güzel şekilde karşılandık. İsteklerimizi söyledik ve tadım yaparak güzel bir şarap seçtik. İsterseniz orada oturup içebilirsiniz isterseniz alıp eve götürebilirsiniz. Biz orada oturmayı tercih ettik.
Şarabın üstüne karnımız acıkınca yemek yeri aramaya başladık. Yine duruma müdahale edip Ocakbaşı isimli bir yer önerdim. Emre ve Samed’de et seven insanlar olduğundan önerim kabul edildi. Ocakbaşı Ürgüp merkezinde bir han içerisinde bulunan içerisinde ocakbaşı olan bir kebapçı. Önden gelen mezeleri pek tutmasam da adana kebap başarılıydı.
Üç kişi için üç porsiyon adana mezeler ve alkolsüz içecekler ile birlikte 100tl hesap ödedik. Bence mekan da iyiydi yemekler de. Gideceklere öneririm. Bundan sonra Emre’nin önerisiyle bir de nargileciye gidiyoruz ama ben bile neden gittim dediğimden hiç buraya yazmayayım 🙂
Ertesi sabah yine erken kalkıyoruz. Kahvaltıyı otelde yapıyoruz. Hava pazar günü cumartesiye göre de oldukça soğuduğu için kendimizi şanslı sayıyoruz 🙂
İki sabah da 6’da kalkmama rağmen rüzgardan dolayı balonları izleyemediğim için mutsuz olsam da güzel yerler görüp keyifli vakit geçirdiğim için mutlu ayrılıyorum. Gitmeden kahvemizi içmeyi de ihmal etmiyoruz.
Kapadokya gezisinden çıkardığım sonuç şu; memleketim güzel, tarihi çok korunamamış, harap olmuş ve esnaf çok kötü niyetli. Giderseniz müze kart alın rahat edin ve şanslıysanız sabah erken kalkmak pahasına balonları izleyin.
