Geçen haftasonumuz boştu, Aydan’a şakayla karışık “Dedeağaç’a gidelim, yemek yer geri döneriz” diyince birden elimizde 1 günlük bir kamp programı oluştu. Dedeağaç’ta güzel bir kamp tesisi olduğunu duymuştuk; ama internetten pek bir kaynak bulamadık. Ne bir websitesi, ne doğru dürüst yorum. Bildiğimiz tek şey; birkaç fotoğraf ve birkaç yorumdan ibaretti. Buna rağmen çadırımızı bagaja atıp yola koyulduk.
İpsala’ya giden yolda, ayçiçeği tarlalarının müthiş manzarasını görünce fotoğraf çekilmeyi ihmal etmedik.
Yaklaşık 300 km’lik bir yol ve 2 saatlik ipsala sınır kapısı işkencesi sonrası Alexandrapolis’e ulaştık. Bu noktada bilmeniz gereken; Yunanistan’a giriş için schengen vizeniz olması gerekiyor. (Eğer arabanızla çıkıyorsanız da başka belgeler gerekiyor. Süreçleri bilmiyorsanız, Schengen ülkelerine arabayla çıkış yazımıza bir göz atın.) Gittiğimiz kamp tesisi merkeze oldukça yakın ve insanlar genelde uzun süreli karavanla geliyorlar. Hatta kendi bölümlerine çit çeken, ışıklandırma yapan, mutfak yapan aileler gördük. 🙂

Kamp alanı beklediğimizden daha iyiydi; Her tarafı yemyeşil, temiz ve düzenli, herkesin özgür kalabileceği komşularını rahatsız etmeyeceği kadar alana sahip bir tesis. Bölümlerde prizler var, yer yer musluklar var, tuvalet ve duşlar temiz, hemen hemen her türlü gündelik ihtiyaç için bir mini market ve yemek için de bir restoran bulunduruyor içinde. 2 kişi, 1 çadır ve 1 araba ve elektrik kullanımı için günlük sadece 26 EUR ödedik.

Çadırımızı kurduktan sonra havanın da etkisiyle (37 derece) serinlemek için denize giriyoruz. Daha önce denizin çok kötü olduğunu duyduğumuz için temkinli olsak da denize girince fikirlerimiz değişiyor. Yosun, denizanası gibi şeyler yok, girişi biraz taşlı gerisi alabildiğine kum. Dalga yok ve su oldukça temiz. Tabi deniz sonrası birer yunan klasiği frappe’leri içmeyi ihmal etmek olmaz.
Serinledikten sonra, artık yavaştan acıktığımızı farkedip yanımızda getirdiğimiz kahvaltılıkları hazırlamaya başlıyoruz. Sucukları tüpte pişirmeye ufaktan başladığımda yan komşu gelip selam veriyor, soğuk su bulmanın zorluklarını ve kullanabileceğimiz dolabın yerini söylüyor. Gençliğinde bizim gibi kampçı olduğunu ama artık çocuklarla birlikte karavan’a geçtiklerini anlatıyor. 🙂 5 dakika geçmeden, diğer yan komşu -ingilizce bile bilmeden- el ve yüz hareketleriyle birkaç yumurta teklif ediyor; gelir gelmez bu misafirperverlikten şaşırıp teşekkür edip gezen yumurtalarımızı gösteriyoruz tabii biz de.

Çok mekanda, çok daha büyük sofralar ile kahvaltı etmişizdir ama yeşillikler içinde kurulan şu sofranın verdiği tat başka yerde yok.
Yemek sonrası biraz dinleniyoruz ve tekrar denize. Akşama doğru ise, yürüyerek dedeağaç sahilindeki restoranlardan birine oturuyoruz.

Yunan restoranlarında porsiyonlar büyük, mezeler enfes. Güneşi denize sıfır restoranda lezzetli bir yemek yerken batırıyoruz. Sonrasında ise akşamları trafiğe kapanan sahil caddesinde yürüyüş.Birden sokaklar çok kalabalık hale geliyor; meşhur sahil caddesini tavaf ettikten sonra tekrar kamp alanına gelip, biraz dinlenip -günün de yorgunluğunun etkisiyle- uykuya dalıyoruz.
Ertesi sabah, güneş yakıcı etkisiyle uyandırıyor bizi. Hızlıca bir kahvaltı edip, toparlanıp tesisten ayrılıyoruz. (Tesis, saat 14’e kadar çıkış yapmanızı bekliyor. Birçok otelden çok daha insancıl bir saat bu.) Dönüş yoluna çıkmadan önce, merkez’e bir uğrayıp Elemento 41′de birer kahve içiyoruz.

Sonuç olarak, huzurlu, sessiz bir ortamla ve güzel bir denizle haftasonunu kapatıyoruz. Aleksandropolis – nam-ı diğer Dedeağaç- kamp yapmayı sevenler için harika bir seçenek. Anlattıklarımız dışında herhangi bir sorunuz varsa yorum olarak bırakmayı ihmal etmeyin.
